Bir Pilav Sabahı...


Bir Pazar sabahı annem beni sarsarak uyandırdı. Ben şöyle bir sarsıldım, titredim ve kendime gelince de anneme sordum:

— Hayırdır anne niye sarstın beni?
— Kalk yavrum pilava gitcez…
— Yahu 5 kişinin pilava gitmesi garip değil mi? O gelsin buraya, daha kolay…
— Geleceklermiş ama Bamya inat etmiş “Ben yolda soğurum” diye… Oğlum manyak mısın, sabah sabah, kalk hadi baban bekliyo…
— Ya anne sabah sabah et yenir mi yaa, cır cır olurum Allah esirgeye… Sonra bütün gün dizel motor gibi tır tır tır tır…..
— Konuşma da üstünü giyin…


………………Pilavda ……………….

Pilav mekânını pek anlatmaya lüzum yok…
Var mı? İyi madem ısrar ettiniz:
Girişte burnunuza dolan taze et kokusundan doğru yerde olduğunuzu ve insanların tek sıra halinde ilerleyerek selamlaştıkları kişinin de düğün sahibi olduğunu anlamanız pek zor olmuyor; her ne kadar uykudan yeni uyanmış olsanız da… Düğün sahibiyle selamlaşma işini fazla abartmamalısınız, çünkü o adam sizi düğün boyunca bir daha hatırlamayacak, yanınıza gelip “nasıl, pilav güzel olmuş mu?” gibi sorular sormayacak. O yüzden “hayırlı uğurlu olsun…” deyip kokunun geldiği tarafa yönelmelisiniz. Aslında o mekânda çok farklı kokular mevcut: başta etli pilav olmak üzere bamya, helva gibi envai çeşitteki yiyeceklerin enfes kokuları atmosferi doldurmakta. Fakat sizin burnunuz sadece etin kokusunu alır. Çünkü şartlanmışsınız bir kere… Diğerlerini burnunuz hissetmez; hissetse bile algılamaz…
Yemek yenilen kısma geldiğinizde insanların üç gruba ayrıldığını görürsünüz: Yemek yiyenler, ayakta bekleyenler ve işini bitirip çay içmeye koyulanlar…

Şimdi her bir grubu ayrı ayrı inceleyelim:


1) YEMEK YİYENLER:
Sofraya, yuvarlak masa şövalyeleri gibi kurulan bu aç insanlar dünyanın en mesut insanlarıdır. Çünkü sabahtan beri bu anı beklemektedirler. Artık onları hiçbir güç durduramaz. Fakat yemeğe başlamak sandığınız kadar kolay değildir. Orada yaşlı, sakallı, yavaş çekimde hareket eden bir amca mutlaka olur ki o başlamadan siz kesinlikle başlayamazsınız. O eline kaşığı alır ve sofradakileri şöyle bir süzer. O anda kendini çok önemli bir şahsiyet zanneder çünkü herkes ona yalvarırcasına bakmaktadır. Amcanın o bakışları “Heh heh he, ulan hepiniz beni bekliyorsunuz di mi? Yemeyeceğim işte… Geberin açlıktan” demektir aslında… İşte sofradakilerin o amcayla olan akrabalık ilişkilerini en çok pekiştirdikleri an, o andır. Ardından, amca “Bu kadar akraba yeter” diye düşünür ve kaşığını çorbaya saplar. İşte o an öyle bir manzara meydana gelir ki benzerlerini ancak Discovery Channel’daki belgesellerde falan görebilirsiniz. Tıpkı aslanların avlarını parçaladıkları gibi… Tek farkla; bizimkiler çatal kaşık kullanıyorlar. Eğer sofrada gıcık olduğunuz biri varsa rahatlıkla küfredebilirsiniz, sizi duymayacaktır. Çünkü meşgule almıştır kendini, ulaşamazsınız. Bunların yanı sıra, her sofranın kendine özgü liderleri vardır. Bunlar yemek sırasının doğru ilerleyip ilerlemediğini, tabaktakilerin iyice sünnetlenip sünnetlenmediğini, yarım kalan ekmeklerin bitirilip bitirilmediğini ve benzeri, hayati önem arz eden işleri kontrol ederler. Onların olmadığını bir düşünün, kim bilir, nasıl da elimiz ayağımıza dolanırdı…

Yemek esnasında değişik terimler duyarsınız elbet. Hiç şüphesiz, bunların en ilginci “denizaltı” tabiridir. Ben her pilavda bunu duyarım ama hala ne olduğunu tam olarak bilmiyorum. Masayla ilgilenen eleman sorar “Abi deniz altı yaptırayım mı?” sofradakiler de hep bir ağızdan “olur yeğenim” der. İşte öyle bir şey…
Yemeğin sonlarına doğru gençler tıkanmaya ve kaşık bırakma eylemine başlayınca hemen yaşlı bir amca imdada yetişir ve der: “Hadi bakayım gençler, siz cephede savaşacaksınız.” Tabii içimizden “Amca onlar eskide kaldı, şimdi millet bir düğmeye basıyor, binleri öldürüyor, cephe mephe kalmadı…” diye geçirsek de çaresiz, kuzu kuzu biraz daha doldururuz işkembe-i kübra’yı… Neyse, yemekler yenir, çorbalar içilir, sıra meşrubata gelir. Bu safhada da bize özgü bazı hareketler vardır. Mutlaka birisi çıkar der “hadi bakalım şu meşrubatları indirin masaya…”. O anda anlaşılır ki onlar alınıp içilebilen bir şeydir. Yani o adam söylemese öyle bön bön bakacağız. Bir diğer hareket ise meşrubatları çifter çifter almamızdır. Normal zamanlarda toplum içindeyken böyle bir tavır sergilerseniz size mağara adamı muamelesi yaparlar. Fakat burada bu oldukça doğal bir harekettir. Hani meşrubatlar da öyle ender bulunan türden değil; bildiğin, Mevlana çarşısından alınmış oraletler… Neyse, meşrubatın ardından helva gelir ve zannedersem en hızlı tüketilen yiyecek de bu olur. Dua edecek kişi helvanın %25’li kısmı dururken duaya başlar ve duanın bitimiyle helvanın bitmesi bir olur. İnsanların hem Fatiha okuyup hem helva yediği nadir anlardan biridir bu… Her şey bittikten sonra o topluluk dağılır ve öğretmiş gibi çay dağıtılan yere hücum eder. İşte grubun oluşumu, gelişimi ve dağılışı bundan ibarettir.


2) AYAKTA BEKLEYENLER:
Bunlar en acıklı gruptur. Yemek yiyenlere öyle bir hisli bakarlar ki dokunsan ağlayacaklar… Hepsinin duruşu aynıdır ve size acıların çocuğu Emrah’ı hatırlatırlar. Kendi aralarında şöyle muhabbetler geçer:

“Ulan şu kırmızı gömlekli var ya, benim yerimi kaptı. Tam ben gözümü koymuştum ki o oturdu… Haksızlık yaa…”
“Abi şu herife baksana, adam nefes almıyor be… Boğulup kalacak Allah esirgeye…”
“Ya yuh, bir insan 7 tabak pilav yer mi be! Kıtlıktan çıkmışlar mübarek…”
Bunun gibi muhabbetlerle vakit geçirmeye ve açlıklarını unutmaya çalışırlar. Yemek yerken sizi çok dikkatli izleyen bu grup, sofradaki birinin en ufak bir sakarlığını tam 5 dakika boyunca konuşur. Çünkü o anda yapılabilecek en erdemli iş odur… “Ha ha ha, herif kaşığı nasıl düşürdü gördün mü, bir de yemek yiyeceğim diye uğraşıyor. Ulan kalk da bari biz yiyelim…” gibi…


3) ÇAY İÇENLER:
Bu safha, Türk insanın tipik özelliklerinin ortaya döküldüğü bir safhadır. Çayını alan biri önce oturacak bir yer arar. Oturduktan sonra çayına şekeri atar fakat karıştırmaz. Önce bir sigara yakar, bir nefes çeker ve çayını karıştırır. Sonra çayından bir yudum aldıktan sonra parmaklarını kürdan niyetine kullanır. Eğer yanında tanıdıkları varsa hemen “işler nasıl” diye sorar. Hâlbuki daha dün beraberlerdir ve yıllardır verdikleri aynı cevabı vereceklerdir: “Valla nasıl olsun işte, aynı devam ediyor…” Diğeri de illa bir cevap verecek ya: “Hayırlısı olsun bakalım…” Son olarak, çayını bitirince oğlunu çağırır ve der: “Hadi oğlum, git annene söyle de kalkalım artık.” Çocuk gider ve 5 dakika sona gelir. Cevap yine alışıldık bir cevaptır: “Baba, annemler daha yeni oturmuş yemeğe…” Bunun üzerine adam bir çay daha alır ve bu böyle devam eder…
Sizlere Konya pilavlarını eksiksiz bir şekilde anlatmaya çalıştım. Biraz uzun oldu ama “Konya Pilavı” diye ansiklopediye baksanız bu bilgileri bulamazsınız, çünkü ansiklopedileri hazırlayan insanlar ciddi insanlardır ve uğraşacak daha önemli işler vardır. Bana bakmayın, benim yok da o yüzden…

Editörün Notu: Bu Yazıda Pilavdaki yemek sırasıyla ilgili yanlışlıklar vardır.Orjinal Pilav sırası için tıklayınız :)

Lisedeyken Sınıf Arkadaşımın (Tuğrul Nohutçu kulakların çınlasın) yazdığı bir yazı :)

Konuk Yazar: İlker Serdar Çetinkaya

0 yorum :